Siyasal iletişim danışmanı Uğraş Beratlı, Annan Planı referandumunun yirminci yıl dönümüne ilişkin görüşlerini Kıbrıs Raporu için kaleme aldı. 20 yıl öncesinin küresel siyasi konjonktürünü ustalıkla tasvir eden Beratlı, tarihi referandumun günümüze uzanan sonuçlarını keskin ve cesur bir dille değerlendiriyor.
Annan Mitolojisi
Takvimler 24 Nisan 2004’ü gösterdiğinde, Kıbrıs’ın Kuzey ve Güneyinde bir referandum ile Annan Planı olarak adlandırılan bir çözüm paketi adada yaşayan Rum ve Türklerin oyuna sunuldu. Oylama aslında içinde bulunduğu konjonktürel pozisyon açısından tarihi idi ve sonuçları da tarihi olmaya devam ediyor. O anki durumun bir fotoğrafını çekecek olursak, Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar AB üyeliğine yakın, yeni bir iktidar ile ekonomisinde bir sıçramaya hazırlanan bir ülke pozisyonundaydı. Kıbrıs Rum tarafı ise AB kapısındaki son birkaç gününü bekliyordu. Rusya hala SSCB’nin yıkılmasından dolayı oluşan keşmekeşle uğraşmakta, ABD 11 Eylül’ün ardından Ortadoğu’da yeni bir düzen kurmaya uğraşıyordu. Irak bölünmemiş, Suriye iç savaşı başlamamış, Çin global bir oyuncu olmaktan çok uzak, Karabağ Ermeni işgali altında, Kırım hala Ukrayna idaresinde idi, İngiltere AB üyesi, Trump ise sadece ünlü komedi animasyon dizisi Simpsons’da ABD başkanı olabiliyordu…
İnsanlık tarihi açısından kısa bir süre olan 20 yıl önceden bahsetsek de bu hatta ne kadar çok olayın meydana geldiğini görebiliyoruz. Bunun yanında her bir aktörün kendi iç meseleleri, darbeler, ekonomik savaşın yükselmesi, ABD’nin uluslararası alanda itibar kaybı ve benzeri ayrıntı da işin içine giriyor. Türk ordusunun alman patentli 1950’lerden kalma tüfek üretiminden, yüksek teknolojili savaş araç gereci üretme becerisine ulaşabilmesini de önemli bir not olarak bir kenarda tutalım.
Evet, yirmi yıl önce dünya bir iyimserlik, bolluk, barış ve “Sonsuza dek kapitalizm” dönemi yaşamaktaydı.
Bizi bu rüyadan uyandıran, 24 Nisan 2004 gecesi Türk tarafının ezici bir çoğunlukla bu sisteme entegre olmak üzere verdiği evet oyuna karşılık, Rum tarafından gelen ezici “Hayır” oyu oldu. Rum tarafı bu sistemde kendi sıkletine rağmen büyük bir karar vererek “Oxi” demişti.
Kilise ağırlığını koymuş, AKEL her zaman olduğu gibi kiliseden milliyetçilik bayrağını kapmak için ondan önce koşturmuş, Rum burjuvazisinin beklentilerine rağmen hayır oyunu çıkartmışlardı. AKEL parti meclisinden “evet” yönünde eğilim çıkmasına rağmen Merkez Komite hayır oyu kararı almıştı. Zaten görevdeki Papadopulos’u seçtirten de bu aynı AKEL’di. Tescilli bir anti-komünist, EOKA’nın en önemli ideologlarından biri olan Papadopulos’u AKEL’in neden desteklediği de ayrı bir konudur.
Kuzey’de ise sendikalar, “sol “olduğunu iddia edebileceğimiz partiler, örgütler ve politikacılar ve hatta liberal diyebileceğimiz geri kalan sağ siyaset bile Annan Planı’na evet oyu için sahada fiilen çalışmıştı. Günün şartları içinde bu gayet anlaşılabilir ve kanımca da en doğru karardı.
O dönemin en kritik sorusu ise şu tek soruydu: “Rumlar “hayır” derse ne yapacağız?”
İşte o gün cevabı düşünülmeyen, onu geçtim bu soruyu sorana Kıbrıs ağzı ile “Sööyleme öyle şeyler!!!” diye cevap verilen sorunun cevabı bugün içinde bulunduğumuz durumun açık cevabıdır.
Gizleme, saklama, yok sayma, görmezden gelme ve gerçeği ikame edecek söylemsel bir geçmiş yaratma ile konu örtbas edilmeye çalışıldı. Bugün dahi “Rumlar ‘hayır’ derse ne yapacağız?” sorusunun cevabını veremeyen bir siyasi anlayışın saptığı yol, Annan Mitolojisi yaratmak oldu.
Tarihte sıkça görülen bir biçimde tarihi olayların önemsiz kişilikleri, zaman içinde kendilerine kıymet yaratacak bu mitolojiye sarılarak, olmayan şeylerin olduğu, olanların yok sayıldığı, perdenin arkasındaki rasyonel güç savaşlarını ve iktidar mücadelesini gizlediği bir masal ortaya kondu.
Tüm bunların ortak amacı da bir tek soruya verilmemiş ve hala verilmemekte ısrar edilen o cevaptır. Bu sebeple hala Rum tarafının plana hayır oyu verdiği bile görmezden gelinmektedir.
Tarihi olaylar sebepleri ve sonuçları ile değerlendirilir, 20 yıl önce gerçekleşen bir tarihi olayın bugün sonuçlarını görmekte zorlanmayacağımız kanaatindeyim.
Sonuç ne oldu?
İstihbarat analizinde bir kural vardır, sebep ve sonuçlar önem sırasına göre süzülür ve olabildiği kadar az sayıda başlık geride bırakılır. Elbette ki bu cevaplar sizin pozisyonunuza göre değişebilir. O zaman biz de Kıbrıs Türk halkı açısından bakalım.
Annan Planı ne için gelmişti?
Akdeniz’in doğusunda stabil bir durum oluşturma, Rusya’nın güneye inişini engelleme, Türkiye’nin AB ilişkilerinde bir engeli kaldırma ve Yunanistan-Türkiye ilişkilerinde bir sıçrama tahtası oluşturarak enerji arzı yollarında AB’nin Rusya bağımlılığını azaltmak.
Rusya bu çözümü istemiyordu. ABD ise tüm gücü ile destekledi. AB ise Ortadoğu’ya etki alanını genişletmek için büyük bir fırsat yakalamıştı. Kıbrıs Türkleri ise AB içinde refah, huzur ve güven bulacaktı.
Bugünün şartlarında bunların pek azı geçerlidir.
Sonuçlarına bakacak olursak ise Rum tarafı 24 Nisan 2004 gecesi AB’ye tam üye oldu, Türkiye-AB ilişkileri hala askıda, Kıbrıslı Türkler ise bütün bu işten hiçbir kazanım elde etmemiştir.
Kısacası Rum tarafı ABD’nin, AB’nin, Türkiye’nin ve anavatan kabul ettikleri Yunanistan’ın tüm çıkarlarının aksine AB üyeliğini alarak çark etmiş, Kıbrıs’ta bir çözümden çok daha önemli hedefleri olduğunu ortaya koymuşlardır.
Böylesi bir durumu “Kutlamalar” ile anmak ideolojik körleşmnin ya da bizim yarı aydın solun çok sevdiği ama anlamını bile bilmediği “akıl tutulması”nın ta kendisidir. Bugün, Rusya ve ABD arasında sıkışmış, düşmüş bir ilahe olan AB’nin gölgesinin üzerine düştüğü bu tutulma, 20 yıldır bazı akılları dumura uğratmış bir şekilde kendini izlettiriyor.