Dış politikada karşılık görecek yeni açılımların peşinden gidilmeli. Birleşerek güçlenen Türk Dünyası ve yükselen Afrika, KKTC için tarihi bir fırsat olabilir. Prof. Dr. İsmail Şahin Kıbrıs Raporu için kaleme aldı.
Burada Kıbrıs sorununu uzun uzadıya anlatmanın bir anlamanı yok. Konuşulup yazılmayan neredeyse hiçbir başlık kalmadı. Artık yeni fikirler, yeni açılımlar üretmenin zamanı. Daha doğrusu söylem ve eylem birliği yapmanın vakti!
Kıbrıs meselesinde temel sorun, adanın idaresinde Rumların güç ve iktidarı Türklerle paylaşmak istememesinden kaynaklanıyor. Şöyle bir geçmişe bakıldığında, Rumların aşağı yukarı kesintisiz bir asır boyunca Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması) için mücadele verdikleri kolaylıkla görülebilir. Enosis ne basit bir olaydır ne de bir avuç Rum seçkinin düşüncesidir. Enosis, toplumun tüm kesimleri tarafından sahiplenilen, Helen dünyasının ortak davası haline getirilen büyük bir projeydi. Rum halkını meydana getiren tüm kurumlar; Kilise, okullar, gazeteler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, siyasi partiler, işçiler ve memurlar, aklınıza hangi kurum veya birlik geliyorsa Enosis taraftarıydı ve Enosis için mücadele ediyordu.
Siyasi açıdan değerlendirildiğinde Enosis, Kıbrıs’ın tamamına hakim olmak demekti. Adanın egemenliğinin kayıtsız şartsız Rum halkına ait olduğunu kabul etmekti. Dolayısıyla 1959 yılında kabul edilen uluslararası antlaşmalarla (Londra ve Zürih) vücuda getirilen “Kıbrıs Cumhuriyeti”, Rum toplumunda psikolojik ve ruhsal travmalara yol açtı. Zira “Kıbrıs Cumhuriyeti”, adada eşit siyasal haklara sahip iki toplum olduğunu kayıt altına alıyor ve bu bağlamda Kıbrıs Türklerinin egemenlik haklarına anayasal koruma sağlıyordu.
Açık söylemek gerekirse, Enosis mücadelesinin sonunda gelen siyasi eşitlik kuralını Rum halkı ve onların dini ve sivil temsilcileri bir türlü kabullenemediler. Öyle ki “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin ilk Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios yaptığı açıklamalarda Anayasa ile antlaşmaların Kıbrıs Türklerine haddi aşan haklar verdiğinden şikâyet ediyordu. Bunun yanında Makarios, Türkiye’nin garantörlük haklarına da karşı çıkıyordu.
Rumlar Siyasi Eşitliğe Dayalı Federasyon İstemiyor
Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin yürütülen müzakere sürecine bakıldığında Rumların Kıbrıs Türkleriyle güç ve yetki paylaşımına ve de Türkiye’nin garantörlük haklarına mesafeli yaklaştıkları kolaylıkla görülebilir. Bu nokta esas alındığında, adadaki esas problemin egemenlik paylaşımı olduğu söylenebilir. Böyle bir açmaz varken her iki toplumun ortak bir kararda çözüme ulaşması imkansıza yakın bir olasılıktır.
Resmi açıklamaların, kamuoyu yoklamalarının ve akademik çalışmaların işaret ettiği gibi Rumların baskın çoğunluğu Türklerin azınlık olacağı üniter bir devleti, ideal bir çözüm şekli olarak görmektedir. Buna göre adada tek egemenlik, tek vatandaşlık, tek uluslararası kimlik var olmalıdır. Demek ki Rumların büyük çoğunluğu siyasi eşitliğe dayalı federasyon temelli bir çözüme sıcak bakmıyor. Burası çok açık. Öncelikle bunu kabul etmek gerekiyor.
Rumların siyasi eşitlik konusuna iki ana noktada itiraz ettiği biliniyor. Birincisi, nüfusça daha az olanın çoğunluğun kaderini belirleyemez görüşüdür. Buna göre Kıbrıs’ta “azınlık” durumunda bulunan Türkler, Rum çoğunluğa hükmedemez. İkincisi ise Türkiye’nin Kıbrıs Türkleri üzerinden ortaklık devletini kontrol altına alacağı iddiasıdır. Bu bağlamda Rum tarafının değişmez politikası şöyle özetlenebilir: Kıbrıs Türklerini devletin karar mekanizmalarından Türkiye’yi de adadan uzak tutmak.
23 Mart 1998 tarihinde Yunanistan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos, CNN’de yaptığı Kıbrıs’a ilişkin konuşmasında, “Türk cemaati için geniş özerklik tanınmış bir federasyondan bahsetmekteyiz” diyordu. Bugünkü durum da Pangalos’un düşüncelerinden pek farklı değil. Rum tarafının büyük kısmının Dışişleri Eski Bakanı’nın 1998 yılında ifade ettiği federasyon tanımından öteye pek geçemediği görülüyor.
GKRY Başkanı Nikos Anastasiadis hükümetleri boyunca da bu manzara kendisini ziyadesiyle görünür kıldı. Rum lider ve ekibi tüm enerjisini “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin restorasyonuna harcadı. Bu çerçevede yeni bir ortaklık devleti kurma gibi bir hayale yönelmediler. Kuşkusuz Kıbrıs Türklerinin çözüm arzusu, Rumlardan daha fazladır. Çünkü mevcut koşullar en çok Türkleri yoruyor. Türkler için en makul çözüm, adada uluslararası tanınırlığa sahip iki devletin var olmasıdır. Fakat bu çözüme, Rumların hiçbir zaman yeşil ışık yakmayacağı çok bellidir.
Rumlar ne bağımsız iki devletli çözüme ne de eşit siyasi statüdeki iki devletli federasyon formülüne razıdırlar. Buna rağmen Türkler, iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitlik ve eşit statüde bir Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ile bir Kıbrıs Rum Kurucu Devleti’nin güç ve yetkiyi paylaştığı federatif bir anlaşmaya rıza göstereceklerini uzun yıllar tekrar edip durdular. Fakat Rum tarafı, siyasi eşitlik ve kararlara etkin katılım konusuna hiçbir zaman sıcak yaklaşmadı. Mesela Rum lider Anastasiadis, Kıbrıs Türklerinin yönetime etkin katılımıyla düzgün çalışan bir devlet kurulamayacağını öne sürerek bu teklife makul bakmadığını, tüm platformlarda dillendirmekten geri durmadı.
Güç Paylaşımında Anlaşmadan Çözüm Mümkün Değil
Türk tarafının olmazsa olmaz koşulu, siyasi eşitlik ve kararlara etkin katılımdır. Zira Kıbrıs’ta Türkler en az Rumlar kadar siyasi eşitlik hakkına sahiptir. Müzakereler senelerce iki bölgeli, iki toplumlu siyasi eşitliğe dayalı federasyon tezi üzerinden yürütülmüş olsa da tıkanma bu yapının nasıl yönetileceği konusunda ortaya çıktı. Bu konuda taraflar arasında derin uçurumlar bulunmaktadır. Bir defa şunu anlamak gerekiyor. İki toplum arasında eşit güç paylaşımı konusu halledilmediği müddetçe Kıbrıs sorununun çözümünde herhangi bir ilerleme sağlanamaz.
Batı’nın Kapıları İki Devletli Çözüme Sonuna Kadar Kapalı
İşte bu nedenle KKTC’nin yeni bir dış politikaya ihtiyacı vardır. Bir defa şunu bilmek önemlidir. Türk tarafının getirdiği, “egemen eşitliğe dayalı, bağımsız iki devlet formülü” için Batılı devletlerin kapıları sonuna kadar kapalıdır. O halde bu kapılarda gereğinden fazla oyalanıp tüm enerjiyi buralarda harcamamak gerekiyor. Bu bağlamda KKTC’nin dış politikada rotayı, Asya ve Afrika ülkelerine kırmaktan başka seçeneği söz konusu değildir.
11 Kasım’da Özbekistan’ın tarihi Semerkant kentinde düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanları 9’uncu Zirvesi’nde KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üyeliğe kabul edilmesi, önemli bir siyasi gelişme olarak kayıtlara geçti.
Tüm bu olaylar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin psikolojik zayıflıklarını iyileştiren ve onu psikolojik bir sorun olmaktan çıkartan hadiselerdi.
Bu doğrultuda geçtiğimiz günlerde Gambiya Devlet Başkan Yardımcısı Badara Joof’un Kıbrıs’a giderek KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı ziyareti de tarihi bir kırılmanın işaret fişeği olarak nitelendirilebilir.
Gambiya, Surda Delik Açabilir
Batı Afrika’da yer alan Gambiya Cumhuriyeti küçük bir ülke olabilir. Ancak hiç kimse Gambiya’nın surda nasıl bir delik açabileceğini şimdiden tahmin edemez. Halihazırda BM’deki en büyük bölgesel gruplaşmayı Afrika kıtasından 54 devletin oluşturduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.
Bu nedenle Türkiye’nin Afrika ve Asya’da güçlendiği bir dönemde yapılacak en stratejik hamlelerden birisi de KKTC ile Afrika ve Asya ülkeleri arasındaki ilişkileri geliştirmek olmalıdır.